Pazartesi, Ekim 23, 2006

Büyüme Üzerine Bir Yorum

Sevgili dostum Furkan Sancaktar'dan biraz gecikmeli de olsa büyüme üzerine bir yorum;

Geçen ay 2006 yılının 2.çeyreğine ilişkin büyüme oranları açıklandı.GSMH yıllık bazda yüzde 8,5 GSYİH ise yüzde 7,5 oranında büyüdü.Bu son verilerde dahil olmak üzere Türkiye son 18 çeyrekten,yani 4,5 yıldan beri sürekli büyüyor…

Sadece rakamlara bakılarak mükemmel bir gelişme olarak nitelendirilebilir çünkü bu büyüme temposunu sürdürebilirsek iktisattaki “70 Kuralı”na göre Gayri Safi Milli Gelirimizi 10 sene içinde 2 katına çıkartabiliriz.Ne yazık ki her şey o kadar toz pembe değil.Okuldaki iktisat politikası hocamın da dediği gibi hayatta 3 tane yalan vardır.Bunlar;Adi yalan,Yeminli yalan ve İstatistiki yalan….Kişi veya kurumlar istatistik verileriyle istedikleri gibi oynayarak geniş halk kitlelerini yanıltabilmektedirler.

Her ne kadar medyada köşe başlarını tutmuş popüler iktisatçılar,iktisadi büyüme sürecinin sürdürülebilir olduğunu ballandıra ballandıra anlatsalar da bir kısım iktisatçılar (Bu kişileri medyada fazla konuşturmazlar çünkü onlara “Solcu” damgası yapıştırılmıştır…) büyümenin sağlam temellere oturmadığını ısrarla belirtmektedirler.Ben de naçizane olarak bu konu hakkındaki birkaç düşüncemi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Ekonomi politikalarının temel amacı insanların refah düzeyini artırmaktır.Bunun da yolu ekonomiyi büyütmekten geçer.Ancak ekonomik büyüme istihdamı artırmıyor,kişiler arasındaki gelir dağılımı adaletsizliğini düzeltemiyorsa ekonomi politikalarında mutlaka bir yanlış vardır.Ne yazık ki bu durum Türkiye için de geçerli, ekonomi büyüyor ama istihdam yaratmıyor çünkü sanayideki büyüme verimlilik artışıyla sağlanıyor,Gelir dağılımı 2002 yılında 1994 yılına göre çok az düzelme göstermiş.Peki Türkiye nerede hata yapıyor? Bunun başlangıcı 1998 yılına(daha da geri götürülebilir…) kadar gitmektedir.

1998 yılında IMF ile yakın gözetim anlaşmasıyla tekrar başlayan ilişkilerimiz bu yıla kadar değişik ad ve programlar halinde süregelmiştir.Uyguladığımız programların genel sonucu şunlardır:

1)Türkiye mevcut IMF programlarında “Ucuz döviz-Yüksek faiz” politikasına koşullandırılmıştır.Ulusal finans piyasamız hala kısa vadeli sermaye hareketlerinin(sıcakı para) spekülatif saldırısı altındadır.

2)Bu koşullandırma sonucunda ülkemiz yüksek cari işlemler açığı vermektedir.Son 4 yılda toplam cari işlemler açığı 44,6 milyar dolardır.Bu miktar artan dış borçlanma ile karşılanmıştır.Söz konusu dönemde ülkemizin dış borç toplamı 113,6 milyar dolardan 170,1 milyar dolara çıkmıştır.

3)Merkez bankası uluslararası finans piyasalarının koşullandırması ile amacını sadece fiyat istikrarı olarak belirlemiş,bir ekonomi için hayati derecede önem taşıyan iktisadi büyümeyi ve tam istihdamı sağlama görevlerini piyasa aktörlerine bırakmıştır.


Kısaca; Ulusal tasarruflarımızı harekete geçirip kendi sosyal, mali ve ekonomik koşullarımıza uygun iktisadi kalkınma planları yapmadıkça; kısa vadeli spekülatif sermaye akımlarına güvenerek büyümenin sürdürülebilir olduğunu iddia etmek büyük bir rüyadır.Ve her şeyin olduğu gibi rüyalarında bir sonu vardır.


Son söz;
Gelişmekte olan bir ülkede işsizlik azalmazken ve gelir dağılımı düzelmezken ekonomi hızla büyüyorsa ve bu büyüme endişe veriyorsa ya yapılacak çok şey vardır ya da yaşanacak çok şey vardır….

Furkan Sancaktar

Salı, Ekim 03, 2006

Deneyler ve Sonuçlar...

Dersimiz hızla ilerliyor ve bu alandaki birçok yenilikten haberdar oluyoruz.Umarım sizler için de faydalı oluyordur.
Hocamızın notlarına ve okumalara erişim şifreli olduğu için, mümkün olduğunca (telif haklarını da fazlaca taciz etmeden) okuma parçalarını sizlerle paylaşacağım.
Öncelikle bilinmesi gereken, bu alanın hızla gelişen ve gelişmesine paralel olarak da daha çözülememiş birçok sorunu olan bir alan olduğudur.Elimizde sihirli değnek olmadığı için, insanları laboratuarlara sokup beyinlerini okuduktan sonra “demek cari açığın sebebi buymuş” diyemiyoruz, en azından şimdilik! (Tuğrul Bey’in neşesine neşe katmak için özellikle seçilmiş bir örnektir :)

Bu zamana kadar yaptığımız okumalar ve deneyler ışığında arz ve talep kanunun teorinin söylediğine (%95-99) yakın bir işleyişle gerçekleştiğini söyleyebiliriz.Yine benzer bir şekilde insanların göreli durumlarına değil, mevcut durumlarına bakarak kararlarını aldıklarını ve her zaman “çok azdan iyidir” ilkesinin geçerli olmadığını gördük.
Bir diğer önemli konu ise, Kahnemann’ın da söylediği; “İnsanlara yatırım anında aldıkları riskten bahsettiğinizde, kazanma oranından bahsettiğiniz gruba göre daha temkinli karar aldıklarını görmekteyiz” durumunun geçerliliği.
Yaptığı deneyde; birbirinin aynı koşullara sahip 2 gruptan birine yapacağı yatırımda %40 oranında kayıp riski olduğu diğerine ise %60 oranında kazanma şansı olduğu belirtilerek yatırım kararları alması istenmiş.Matematiksel olarak iki grubun da kazanma ve kaybetme oranları aynı iken, risk bilgisi alan grup daha temkinli davranmış.

Bir başka ilginç deney ise şöyle;
-Size, elimde olan bir telefonu benden almak için ne kadar para vermeyi düşündüğünüzü sorduğumda alacağım cevap ile, o telefonu karşılıksız olarak verip geri almak istediğimde ne kadara satmayı düşündüğünüzü sorduğumda alacağım cevap birbirinden farklı olacaktır.Bu da demek oluyor ki, aynı malın fiyatı 1 tane değil 2 tanedir! Oysa teori, birbirinin aynı ürünlerin fiyatlarının da aynı olduğunu söylüyor.

Bu ve bunun gibi birçok ilginç sonuçla karşılaşıyorsunuz.Üstelik bu deneyler dünyanın her köşesinde aynı sonuçları veriyor.Yani sosyal etkenlerden bağımsız.(Görünmeyen bir el mi var yoksa üzerimizde? :)

Not: 1) İlk çalışma sorularının cevapları bu hafta ilan edilecek, umarım.Siz de kendi sonuçlarınızla karşılaştırabilirsiniz.Hocamız biraz tembel çıktı da :)

2)Türk Dil Kurumu’nun sayfasından ulaşılabilecek 2 kampanyayı de ilgilerinize sunuyorum.

Bilgisayar Türkçesi İstemiyoruz
Dağarcığınıza her gün 2 söz